top of page

Türk Tarih Tezi ve Tezin Revizyonu

Güncelleme tarihi: 23 Ara 2024

Türk Tarih Tezi

Türk Tarih Tezi

Türk Tarih Tezi Atatürk'ün bir ulus bilinci oluşturmak için ortaya attığı ve sadece arkeoloji değil antropolojiden de yararlanan bir tarih tezidir. Bu öyle çok büyük iddiaları barındıran bir tezdir ki temellendirilmesi oldukça güçleşmiş ve literatürde bu konunun üzerine fazla gidilmemiştir. Günümüzde tarihin akışını değiştiren pek çok keşif gözlerimizi kamaştırıyor. Atatürk'ün bu tarz fikirlerin oluşmasında padişah yaveri olduğu zamanlarda gittiği Avrupa gezileri ve savaşlarda diğer uluslarla yaşadığı karşılaşmaların oldukça etkin olduğunu gösteren kaynaklar mevcut. Çoğu tarihçi ve düşünür bu tezin imkansızlığına ve bir rüya olduğunda dair söylemleriyle tezin üzerine gidilmesini zorlaştırmaktadır. Örneğin Fuat Köprülü "romantik-nasyonalist" olarak nitelerken Nazan Maksudyan "bilimkurgusal" olarak nitelendirmiştir. Büşra Ersanlı’ya göre ise Türk Tarih Tezi, bilimsel bir proje olarak değil; ulus devletin inşasıyla siyasal bir proje olarak görülmelidir. Ancak günümüz gelişmelerini de değerlendirerek bu tezin yeniden yorumlanmasının mümkün olduğunu öngörüyorum. Peki bu tez ne gibi görüşleri içerisinde barındırıyor:

  1. Tarımın başladığı, atın ve diğer hayvanların evcilleştirildiği, metallerin ilk olarak işlendiği ve medeniyetin beşiği Orta Asya olduğunu ifade eder.

  2. Orta Asya'da yapılan bu gelişmelerin brakisefal (geniş yuvarlak kafalı) Türk ırkı olduğunu ve Neolitik - Kalkolitik döneme bu gelişmeler ile damga vurulduğunu ifade eder.

  3. Türkler sarı (mongoloid) ırka değil beyaz (alpin) ırkın bir üyesi olduğunu ve bu genden gelen doğal yetenekleri ile devlet kurma ve medeniyeti inşa etmede üstün olduklarını ifade eder.

  4. Türkler göçebe değil yerleşik bir ırktır. Göçme nedenlerinin M.Ö 7 bin yıllarında yaşanan kuraklık nedeniyle olduğunu ifade eder.

  5. Bu göçlerin de bir neticesi olarak Anadolu'daki uygarlıkların kurulduğunu, bu uygarlıklar içerisinde; Sümerler, Hititler, Truvalılar ve hata Traklar'ın bu göç neticesinde kurulduğundan bahseder.

Gördüğümüz iddialara baktığımızda her şeyin başlangıcına Türk ırkını koyan bir anlayış göze çarpmaktadır. Bu o günün şartlarına göre mümkün gözüken bir tez ve amacına kısmen de olsa ulaşmış görünüyor. Atatürk bir birlik sağlamak için Hatay Alevileri ile alakalı şu kelimeleri sarf ettiğini Tayfur Sökmen söylemiştir:

Atatürk'ün Hatay Alevilerini Eti Türkleri olarak gördüğünü ve bu nedenler şimdiye kadar uğradıkları ayrımcılığa bundan sonra uğramayacaklar.

Bu söylem birleştiricidir ve aslında siyasi bir söylem olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Şimdi tek tek tezin 5 başlığını da inceleyelim.


Tarımın Doğuşu

Zaten ilk başlıkta tezin büyük bir kısmı çürüyor. Bugün Bereketli Hilal adıyla bilinen ve Türkiye, Suriye, Irak, İran, Lübnan ve Filistin gibi ülkeleri kapsayan topraklar artık bilinen en eski tarımsal alanlar olarak tarihte yerini almış vaziyette. Bu nedenle eğer bu topraklarda Türklerin Malazgirt Savaşı'ndan önce burada olduğunu konuşacaksak daha farklı argümanlarla tezimizi revize etmemiz şarttır. Ancak tekrardan tezimizdeki iddiaya bir bakalım:


Orta Asyada Tarımın İzleri
  • Tarımsal Genlerin İzlenmesi: Orta Asya'nın bazı bölgeleri (örneğin Fergana Vadisi ve Altay Dağları), tahıl türlerinin (buğday, arpa) ve hayvanların (koyun, keçi) evcilleştirildiği alanlar olarak öne sürülmektedir. Genetik çalışmalar, bazı tarım ürünlerinin bu bölgede çeşitlenmiş olabileceğini gösteriyor.

  • Anav Kültürü (MÖ 4000-1000):

    Yerleşik tarımcı bir topluluktur. Proto-Türklerle ilişkilendirildiği iddia edilse de bu kesin bir bağ değildir.

  • Afanasyevo Kültürü (MÖ 3500-2500): Altay Dağları civarındaki Afanasyevo kültürü, hayvancılık ve ilkel tarımla ilişkilendirilmiştir. Bu kültür, Orta Asya'nın tarımın yayılmasında önemli bir geçiş bölgesi olabileceği anlamını taşıyor.

  • Kazakistan'daki Botai Kültürü (MÖ 3700-3100): Botai kültürü, atın ilk evcilleştirildiği yerlerden biri olarak kabul edilir. Tarım ve hayvancılığın birlikte gelişmesi, Orta Asya'da karma bir yaşam biçimini desteklediğine dair ipuçları verir.

  • Andronovo Kültürü (MÖ 2000-1200):

    Bazı Türkoloji çalışmaları, bu kültürle Türkler arasında bağ kurmaya çalışsa da, baskın görüş bu kültürün Hint-Avrupa kökenli olduğudur. Üstelik bu kültür diğerlerine kıyasla oldukça erken bir döneme aittir.

Bu belirtilen tarihlere bile bakıldığında aslında çok ileride olduğumuzu anlamak mümkün. Bugün Anadolu'da MÖ 12000 yıllarından bahsediyoruz neredeyse. Bu iddiayı çürüttüğümüze göre artık gözlerimizi bu topraklara geri çevirmenin zamanı geldi demektir.


Bereketli Hilal
Bereketli Hilal

Bu alanlar gerçekten de bereketlidir. Su kaynaklarının bolluğu ve iklimin tarıma uygun olması olasılıkları da güçlendirir. Zaten bu bölgedeki yerleşimlere bakıldığında ne kadar çeşitli kültürlere ev sahipliği yaptığını ve karbon c-14 analizlerinin ne kadar geriye gittiğini görmek çılgınca. Üstelik bunlar Neolitik döneme tarihlenir. Bir çoğu ülkemizde bulunan ve bereketli hilal ile komşu olan önemli yerleşmelere bir göz atalım:


  1. Göbeklitepe (Şanlıurfa, Türkiye)

    MÖ 9600-8000 yıllarına kadar gider ve kendisiyle aynı dönemde bulunan Karahantepe ile oldukça benzer özelliklere sahip. Buradaki en önemli buluş, yerleşik yaşamın dünyada yaygın olmadığı zamanlarda, dini inançların toplulukları organize edebildiğini göstermesidir. Dünyanın şimdiye kadar keşfedilmiş en eski tapınak kompleksi olarak biliniyor ve yerleşik hayata geçiş döneminin en güzel örneklerinden ve bu durumu daha da özel bir hale getiriyor. Çünkü; avcı-toplayıcı grupların burayı inşa ederek ritüeller düzenlediği ifade edilen keşiflerden. Kimisi şeytani ayinlerin burada gerçekleştirildiğini söylese de tapınmanın kime yapıldığından çok bir tapınmanın olması bizim dikkat etmemiz gereken noktadır.

    Göbeklitepe

  2. Karahantepe (Şanlıurfa, Türkiye)

    MÖ 9500-9000 yıllarına tarihlenmiştir. Göbeklitepe'deki gibi T biçimli dikilitaşlar ve hayvan tasvirleri burada da görünmektedir. İnsan ve hayvan figürleri taşlara kazınmıştır. Burası da en az Göbeklitepe kadar önemli bir keşiftir. Çünkü buranın Göbeklitepe'nin tamamlayıcısı olarak kabul edilmektedir.

  3. Çatalhöyük (Konya, Türkiye)

    MÖ 7500-5700 yıllarına tarihlenir. Çok iyi planlanmış bir yerleşkedir. Evler yan yana inşa edilmiştir ve çatıdan girişler açılmıştır. Tarım (buğday ve arpa) ve hayvancılık (koyun, keçi) yapıldığına dair belirgin izlere rastlanmıştır. Burası ilk şehirlerden birisi kabul edilmektedir. ve evlerin yerleşim düzenine bakıldığında toplumsal eşitlik anlayışının hakim olduğu anlayışını çıkarmışlardır.


  4. Hacılar (Burdur, Türkiye)

    MÖ 6000-5400 yıllarına tarihlenir ve ileri düzey çömlekçilik ile tarım faaliyetlerine rastlanır. Toplumda sosyal yapı ve sanat gelişimi göze çarpar.


  5. Tell Abu Hureyra (Suriye)

    MÖ 13.300-8000 yıllarına tarihlenir. İlk evcilleştirilmiş tahıllar ve hayvanlara dair kanıtlar vardır. İklim değişikliği nedeniyle göçebe yaşam tarzına geçiş dahi gözlemlenmektedir. Tarımın Bereketli Hilal'de başladığını gösteren en önemli yerleşkelerdendir. Ancak bu yerleşim yeri Esad Gölü'nün suların altında kalmıştır. Ülkemizdeki örneklerin aksine başka bir ülkede ve Bereketli Hilal'in içinde olan en önemli yerleşke olduğu görüşündeyim.


  6. Jericho (Eriha, Filistin)

    MÖ 9600 yıllarına kadar izler sürülmüştür ve ilk savunma duvarlarının burada inşa edildiği düşünülür. Yeraltı kaynak suyu sayesinde yerleşik yaşamın desteklendiği ve ileri düzey bir yerleşim organizasyonu ile sulama sistemlerinin ilk örnekleri bu yerleşkededir. Burası halen bir yerleşim yeridir. Bu durum burayı biraz daha özel kılar çünkü bunun gibi süregelen bir yerleşkeye rastlamak oldukça zordur.


  7. Jarmo (Kuzey Irak)

    MÖ 7000-6000 yıllarına tarihlenir ve tarım-hayvancılık izlerine rastlanır. Seramik üretiminin ilk izleri bu bölgededir. Tarımın bereketli hilal üzerindeki ilk örneğidir.


  8. Ayn Ghazal (Ürdün)

    MÖ 7250-5000 yıllarına tarihlenir. Çatalhöyük yerleşkesine benzerlikler gösterir. İnsan figürleriyle temsil edilen mezar figürleri ile meşhurdur. İlk heykel sanatının izleri de yine buradadır.


  9. Mehrgarh (Belucistan, Pakistan)

    MÖ 7000-2600 yıllarına tarihlenir. Güney Asya'daki en eski yerleşkedir. İleri tarım teknikleri, evcilleştirilmiş hayvanlar ve seramik üretimi gözlemlenir. İndus Uygarlığı'nın öncüsü olarak kabul edilir.


  10. Beidha (Ürdün)

    MÖ 7200-6500 yıllarına tarihlenir. Kırsal bir yerleşimdir ve evler taş temellidir. Tarımın yapıldığını işaret eden bulgular vardır. İnsanların tarıma uyum sağladığını gösteren ilk köy örneklerinden birisi olarak kabul edilir.


Bu seçtiğim 10 örnekte de görüldüğü gibi tarihler Orta Asya'daki örneklerin aksine MÖ 13000 yıllarına kadar gidiyor. Demek ki Türk Tarih Tezi'ndeki ilk madde boşa düşüyor. Tamam umutsuzluğa kapılmayalım ve ikinci maddeye bakalım:


Antropolojik Yaklaşım

Antropoloji

Türkler dahil olmak üzere pek çok toplumda brakisefal (geniş ve yuvarlak kafatası) yapı görünen bir biyolojik özelliktir. İnsan gruplarının sürekli hareket ettiği Orta Asya'da farklı dönemlerde kafatası tipolojisinde farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Türk adının MÖ 2. bin yıllarında ortaya çıktığını da düşünürsek, daha da geriye giderken kavramları doğru incelemeliyiz. Hepsi bir tarafa tipolojileri araştırmak için somut genetik veri, dilbilimsel veya arkeolojik kanıtlar günümüzde yetersiz kalmaktadır. Zaten bu yaklaşım 2. Dünya Savaş'ında Nazi Almanya'sı tarafından kullanılmış ve korkunç sonuçlar doğurmuştur. Ten rengi konusunu da bu bağlamda değerlendirmek ve daha fazla girmemek gerektiğini düşünüyorum.


Difüzyon Teorisi

Medeniyetin Tek Merkezden Yayılması Teorisi (Diffusionism), insanlık tarihinin bir noktada geliştiğini ve tüm medeniyetlerin bu ana merkezden diğer bölgelere yayıldığını savunan bir teoridir. Bu teoriye göre, bilim, teknoloji, kültür ve toplumsal örgütlenme gibi medeniyet unsurları bir yerde ortaya çıkmış ve zamanla diğer toplumlara aktarılmıştır. Bu teori aslında dini yaklaşım açısından kabul edilebilir bir teoridir. Ancak temellendirilmesi günümüz bilimiyle maalesef güç. Çünkü avcı-toplayıcılıkla yaşadığını kabul ettiğimiz insanların, dünyanın çeşitli yerlerinde izlerinin bulunması ve farklı zamanlarda farklı yerlerde benzer hareketlere rastlanması, bu teorinin kabul edilebilirliğini düşürmektedir.


Teorinin Temel İlkeleri
  1. Başlangıç Noktası: Medeniyet bir veya birkaç merkezde (örneğin Mezopotamya, Mısır veya Hindistan) ortaya çıkmıştır.

  2. Yayılma Süreci: Medeniyet unsurları (tarım, yazı, teknoloji vb.) diğer bölgelere göç, ticaret, fetih veya kültürel etkileşim yoluyla yayılmıştır.

  3. Pasif Yayılma: Yeni bölgelerdeki insanlar, bu bilgileri ve teknolojileri genellikle öğrenme veya kopyalama yoluyla edinmiştir.


Teoriyi Destekleyen Gözlemler
  • Ortak Kültürel Unsurlar: Dünya genelindeki farklı kültürlerde benzer teknolojik gelişmeler, dini inanışlar veya toplumsal yapıların görülmesi. Örneğin:

    • Piramitler: Mısır, Mezopotamya, Orta Amerika’da benzer yapıların ortaya çıkışı.

    • Tarımın Başlangıcı: Tarımın Bereketli Hilal’de (Mezopotamya) doğduğu ve diğer bölgelere yayıldığı düşüncesi.

    • Yazının Gelişimi: Yazının Sümerler tarafından icat edilip çevre toplumlara yayılması.

  • Arkeolojik Kanıtlar: Özellikle erken Neolitik dönemden itibaren Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin gibi belirli bölgelerde yoğun yerleşimlerin ve teknolojik gelişmelerin izlenmesi.


Anadolu Uygarlıklarının Türkler Tarafından Kurulduğu Savı

Aslında tezin en can alıcı kısmı burada başlıyor. Çünkü geriye ne kadar gidilirse gidilsin bir yerden sonra avcı-toplayıcılık yani göçebe hayattan bahsetmemek günümüz tarih biliminde imkansız. Eğer dini inançlarla beraber yorumlamazsanız asla bir mantığa oturtamazsınız ve kazılar ve yeni argümanlar olmadan gözlem de yapamazsınız. Bazı kesimler sırf gözlemin ve tekrarlanabilir olmaması nedeniyle tarihi bir bilim olarak kabul etmezler. Biz böyle bir iddiada bulunmuyoruz tabii ki. Konumuza geri dönersek aslında tarihin yetersizliğine şahit oluruz. Bu tezi destekleyecek başka tezler de var ancak günümüz tarihçileri bunu büyük çoğunlukta kabul etmemektedirler. O da İskitler veya diğer adıyla Sakalar'dır. Bu topluluklar konar göçer topluluklardır ancak MÖ 8. yy ve MS 3. yüzyıllarda etkin olmuşlardır. İskitler Kuzey Karadeniz'de yaşamışlar ve Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya girmişlerdir. Ancak yine de Türk Tarih Tezi'ni destekleyecek yeterlilikte iddialar içermez. Bunun için daha çok çalışma yapmak yetmez, yabancı arkeologları mümkün olduğunca kazı alanlarından uzaklaştırmak ve bu topraklarda yetişmiş arkeologların önünü açmak gerekmektedir. Öyle ya da böyle bu topraklara yerleşen Türkler en azından 2000 seneden beri bu bölgede varlığından bahsettirebilir. bunların dışında başka savlarda bu teoriyi desteklemek için atılıyor. Mesela Türkçe ve Sümerce arasında benzerliklerin ve eş anlamlı kelimelerin bulunduğu söylemek.


Sonuç

Tüm bu tezlerin içinde keşfedilmeyi beklen nice yerler vardır. Özellikle Göbeklitepe'de henüz kazıların yapılmadığı yerlerin olduğu ve daha nice önemli keşiflerin olacağını düşünüce. Biz Türklerin buraya MÖ gelmiş olma ihtimalimizin çok olduğu, ancak gelmişsek bile buraya Türk adı ile değil farklı bir isimle geldiğimizi düşünüyorum. Çünkü Sakalar ve İskitlerin her ne kadar DNA farklı şeyler söylese de toplum ve kültür bakımından oldukça benzediğimizi ve kavimler göçündeki gibi kuzeyden gelerek Avrupa'yı etkilediğimiz gibi Anadolu'yu etkilediklerini görüyoruz. Şahsen İslam inancına sahip olan benim düşüncem tam olarak aşağıda yükleyeceğim videodaki gibidir.


Videoda göründüğü üzere ademoğlunun Afrika'dan dünyaya yayıldığı düşünülüyor. Son akademik çalışmalar ve gelişmeler ile de olsa buna bir göz kırpıyoruz. Çok şey başarmış insanoğlunun, ırklara bölünmesi gayet doğal. Bizler Anadolu'ya ne olursa olsun sahip çıkmalı ve buzul çağında dahi sıcak ve yaşama elverişli olan bu toprakları her türlü tehdide karşı korumalıyız. Sağlıcakla kalın.

Comments


bottom of page